Selen
New member
[color=]“Bir kelimenin sertliği bazen bir kalbin direncine benzer…”[/color]
Selam forumdaşlar,
Bugün size bir dilbilgisi kuralını değil, bir hikâyeyi anlatmak istiyorum. Çünkü bazı kurallar sadece kitapta geçerli değildir — hayatın içinde yankılanır. “Ünsüz yumuşaması” denilen o tanıdık kural var ya, hani “kitap → kitabı”, “ağaç → ağacı” örneklerinde gördüğümüz… işte o kuralın bazen işlemediği, bazen kalbimize benzediği anlar vardır.
Yani, bazı sözcükler vardır, yumuşamazlar. Sert kalırlar. Tıpkı bazı insanlar gibi.
[color=]Bir dilbilgisi kuralıyla başlayan dostluk[/color]
Bu hikâye, bir edebiyat öğretmeni olan Zeynep ve onun öğrencisi Mert’in hikâyesi. Zeynep, kelimelere âşık bir kadındı; dili bir canlı gibi görür, kuralları birer nefes olarak hissederdi. Mert ise daha çok mantıkla yaşayan, her şeye “nasıl işler, neden işler” diye yaklaşan analitik bir gençti.
Bir gün derste, Zeynep tahtaya büyük harflerle yazdı:
ÜNSÜZ YUMUŞAMASINA AYKIRI SÖZCÜKLER
Sınıf sustu. Çünkü herkes bu konunun sıkıcı olacağını düşündü.
Ama Zeynep, gülümsedi:
“Bugün size bu kuralı değil, bu kuralın neden bazen bozulduğunu anlatacağım. Çünkü bazen hayat da tıpkı dil gibi, yumuşamamakta direnir.”
[color=]Zeynep’in anlatımı: Kuralın ötesinde bir anlam[/color]
“Normalde,” dedi Zeynep, “sert ünsüzler (p, ç, t, k) ünlüyle başlayan bir ek alınca yumuşar: p→b, ç→c, t→d, k→ğ/g.
Ama bazı kelimeler var ki bu kurala uymaz. Mesela ‘sanat’ → sanatı değil, sanatı (değişmez).
‘hayat’, ‘şart’, ‘kanat’, ‘zıraat’, ‘saat’, ‘cemaat’, ‘diyet’, ‘şefkat’, ‘himmet’, ‘metot’…
Bunlar Arapça veya yabancı kökenli olduğu için köklerinde değişim olmaz. Dilde yabancı, kuralda dirençlidirler.”
Mert hemen el kaldırdı:
“Yani hocam, bu kelimeler kurala karşı mı çıkıyor? Hata mı var?”
Zeynep’in yüzünde anlamlı bir tebessüm belirdi.
“Hayır Mert,” dedi. “Bazen kuralı değil, hikâyeyi anlamak gerekir. Bu kelimeler başka bir dilden gelmiş. Kendi geçmişleri, kendi sertlikleri var. Onları bizim kurallarımıza uydurmak, doğalarına aykırı olurdu.”
[color=]Bir kelimenin direnci, bir insanın geçmişi gibidir[/color]
Zeynep’in sesi yumuşadı:
“Bir kelimenin kökeninde bazen bir halkın tarihi, bazen bir kültürün sesi yatar. O yüzden bazı kelimeler yumuşamaz, çünkü kökleri başka bir iklime aittir. Tıpkı bazı insanların kolay kolay değişmemesi gibi… Onlar, geçmişlerinin izini taşır.”
Mert, bu cümlede kaldı. Çünkü o sıralar kendi hayatında da “yumuşamayan” bir dönemden geçiyordu. Babasıyla arası açıktı; duygularını söylemekte zorlanıyor, hep mantıkla savunuyordu kendini.
Zeynep’in kelimelerle anlattığı şey, onun kalbine dokundu.
[color=]Mert’in sorgusu: “Sert kalmak” bir hata mı?[/color]
O akşam Mert, defterine yazdı:
> “Sanat, hayat, diyet, şefkat…
> Hepsi sert bitiyor ama yine de anlamları yumuşak.
> Belki de yumuşamak değil, doğru yerde durmak önemlidir.”
Ertesi gün sınıfta söz aldı:
“Hocam, bu kelimeler kurala uymuyor ama anlamsal olarak çok derinler. Sanki dışarıdan sert, ama içeriden yumuşaklar. Hayat da böyle değil mi?”
Zeynep gururla baktı. “Tam olarak öyle,” dedi. “Bu kelimeler, hem dilin direnişidir hem insanın. Her kuralın bir istisnası vardır; çünkü hayatın da vardır. Biz kuralları anlamak için değil, anlamı bulmak için öğreniriz.”
[color=]Kadın ve erkek bakışları: Empati ve strateji birleşiyor[/color]
O gün derste iki farklı düşünme biçimi birleşti:
Zeynep’in empatik, duygusal bakışı; Mert’in analitik, çözüm odaklı sorgulaması.
Zeynep, dili bir ruh olarak görüyordu. Mert ise dili bir sistem olarak anlamaya çalışıyordu.
Ama fark ettiler ki; dil de, hayat da ikisine birden ihtiyaç duyuyor:
Duygu olmadan anlam, mantık olmadan düzen olmazdı.
Zeynep şöyle dedi:
“Sen dilin içindeki matematiği çözüyorsun Mert. Ama o matematiğin ardındaki insan hikâyesini de unutmamalısın.”
Mert gülümsedi: “Belki de ünsüz yumuşaması kuralı bile, insanın sertlik ve yumuşaklık dengesini anlatıyordur.”
[color=]Hayatın kendisi bir dil bilgisi kuralı değil midir?[/color]
Zeynep dersten sonra sınıfa dönüp tahta silgisine baktı.
“Sanat, hayat, şefkat…” diye mırıldandı.
Hepsi farklı anlamlarda, ama aynı direnci taşıyordu.
Bir kadının sabrını, bir erkeğin inatçılığını, bir çocuğun hayalini…
Dildeki bu küçük sertlikler, aslında yaşamın gerçekliğini hatırlatıyordu.
Bazı duygular da, bazı kelimeler gibi, kolay yumuşamazdı.
Ama bu, kötü bir şey değildi. Çünkü direnç, bazen karakterdir.
[color=]Ünsüz yumuşamasına aykırı sözcüklerin listesi — ama bir hikâyeyle birlikte[/color]
Zeynep tahtaya bir tablo çizdi.
“Bunlar kurala uymayanlar,” dedi.
Ve tek tek yazdı:
- sanat – sanatı
- hayat – hayatı
- şefkat – şefkati
- himmet – himmeti
- zıraat – zıraatı
- metot – metodu
- diyet – diyeti
- saat – saati
- cemaat – cemaati
- devlet – devleti
- millet – milleti
- niyet – niyeti
Sonra sınıfa döndü:
“Bu kelimeler, yumuşamayan ama anlamı derin kelimeler. Aynı zamanda kültürümüzün taşıyıcıları. Arapça’dan, Farsça’dan, Latince’den gelmişler; bizle birlikte yaşamışlar. Yani ‘yumuşamamak’ bir kusur değil, bir mirastır.”
[color=]Mert’in fark edişi: İnsan da bir kelimedir[/color]
O gün Mert eve döndüğünde babasına ilk kez bir mektup yazdı.
“Biliyorum baba,” dedi, “aramızda bazen sert ünsüzler var. Ama ben artık öğrendim, bazı sertlikler kökten gelir; onları değiştirmek değil, anlamak gerekir.”
Babası o mektubu okuduğunda sessizce ağladı. Çünkü ilk kez oğlunun sesini duymuştu.
Mert, bir dilbilgisi kuralından yola çıkarak, ilişkideki direnci anlamıştı.
Yumuşamak bazen teslimiyet değil, dengeydi.
[color=]Forumdaşlara çağrı: Siz hangi kelimesiniz?[/color]
Şimdi dönüp size sormak istiyorum:
– Sizin hayatınızda “yumuşamayan” hangi kelimeler var?
– Hangi anılar, hangi insanlar sert bitiyor ama anlamı derin?
– Sizce yumuşamak mı, kökünü korumak mı daha değerli?
– Dilin istisnaları bize ne anlatıyor?
Belki de dilin en güzel yanı budur: Kurallarla başlar, duygularla yaşar.
Ve bazen bir “t” harfi bile, bir insanın kalbini anlatır.
[color=]Son söz: Dil, insandır[/color]
Ünsüz yumuşamasına aykırı sözcükler sadece bir dilbilgisi konusu değil; yaşamın içindeki dirençlerin, kimliklerin, köklerin hikâyesidir.
Kadın duyarlılığıyla empati kurduğumuzda, erkek mantığıyla çözüm aradığımızda; kelimeler bile daha anlamlı olur.
Belki de mesele, yumuşamakta değil — anlamı korumakta.
Ve belki, hepimiz kendi hayatımızın birer “sanat”ıyız:
Yumuşamayan ama içinde derin bir şefkat taşıyan kelimeler.
Selam forumdaşlar,
Bugün size bir dilbilgisi kuralını değil, bir hikâyeyi anlatmak istiyorum. Çünkü bazı kurallar sadece kitapta geçerli değildir — hayatın içinde yankılanır. “Ünsüz yumuşaması” denilen o tanıdık kural var ya, hani “kitap → kitabı”, “ağaç → ağacı” örneklerinde gördüğümüz… işte o kuralın bazen işlemediği, bazen kalbimize benzediği anlar vardır.
Yani, bazı sözcükler vardır, yumuşamazlar. Sert kalırlar. Tıpkı bazı insanlar gibi.
[color=]Bir dilbilgisi kuralıyla başlayan dostluk[/color]
Bu hikâye, bir edebiyat öğretmeni olan Zeynep ve onun öğrencisi Mert’in hikâyesi. Zeynep, kelimelere âşık bir kadındı; dili bir canlı gibi görür, kuralları birer nefes olarak hissederdi. Mert ise daha çok mantıkla yaşayan, her şeye “nasıl işler, neden işler” diye yaklaşan analitik bir gençti.
Bir gün derste, Zeynep tahtaya büyük harflerle yazdı:
ÜNSÜZ YUMUŞAMASINA AYKIRI SÖZCÜKLER
Sınıf sustu. Çünkü herkes bu konunun sıkıcı olacağını düşündü.
Ama Zeynep, gülümsedi:
“Bugün size bu kuralı değil, bu kuralın neden bazen bozulduğunu anlatacağım. Çünkü bazen hayat da tıpkı dil gibi, yumuşamamakta direnir.”
[color=]Zeynep’in anlatımı: Kuralın ötesinde bir anlam[/color]
“Normalde,” dedi Zeynep, “sert ünsüzler (p, ç, t, k) ünlüyle başlayan bir ek alınca yumuşar: p→b, ç→c, t→d, k→ğ/g.
Ama bazı kelimeler var ki bu kurala uymaz. Mesela ‘sanat’ → sanatı değil, sanatı (değişmez).
‘hayat’, ‘şart’, ‘kanat’, ‘zıraat’, ‘saat’, ‘cemaat’, ‘diyet’, ‘şefkat’, ‘himmet’, ‘metot’…
Bunlar Arapça veya yabancı kökenli olduğu için köklerinde değişim olmaz. Dilde yabancı, kuralda dirençlidirler.”
Mert hemen el kaldırdı:
“Yani hocam, bu kelimeler kurala karşı mı çıkıyor? Hata mı var?”
Zeynep’in yüzünde anlamlı bir tebessüm belirdi.
“Hayır Mert,” dedi. “Bazen kuralı değil, hikâyeyi anlamak gerekir. Bu kelimeler başka bir dilden gelmiş. Kendi geçmişleri, kendi sertlikleri var. Onları bizim kurallarımıza uydurmak, doğalarına aykırı olurdu.”
[color=]Bir kelimenin direnci, bir insanın geçmişi gibidir[/color]
Zeynep’in sesi yumuşadı:
“Bir kelimenin kökeninde bazen bir halkın tarihi, bazen bir kültürün sesi yatar. O yüzden bazı kelimeler yumuşamaz, çünkü kökleri başka bir iklime aittir. Tıpkı bazı insanların kolay kolay değişmemesi gibi… Onlar, geçmişlerinin izini taşır.”
Mert, bu cümlede kaldı. Çünkü o sıralar kendi hayatında da “yumuşamayan” bir dönemden geçiyordu. Babasıyla arası açıktı; duygularını söylemekte zorlanıyor, hep mantıkla savunuyordu kendini.
Zeynep’in kelimelerle anlattığı şey, onun kalbine dokundu.
[color=]Mert’in sorgusu: “Sert kalmak” bir hata mı?[/color]
O akşam Mert, defterine yazdı:
> “Sanat, hayat, diyet, şefkat…
> Hepsi sert bitiyor ama yine de anlamları yumuşak.
> Belki de yumuşamak değil, doğru yerde durmak önemlidir.”
Ertesi gün sınıfta söz aldı:
“Hocam, bu kelimeler kurala uymuyor ama anlamsal olarak çok derinler. Sanki dışarıdan sert, ama içeriden yumuşaklar. Hayat da böyle değil mi?”
Zeynep gururla baktı. “Tam olarak öyle,” dedi. “Bu kelimeler, hem dilin direnişidir hem insanın. Her kuralın bir istisnası vardır; çünkü hayatın da vardır. Biz kuralları anlamak için değil, anlamı bulmak için öğreniriz.”
[color=]Kadın ve erkek bakışları: Empati ve strateji birleşiyor[/color]
O gün derste iki farklı düşünme biçimi birleşti:
Zeynep’in empatik, duygusal bakışı; Mert’in analitik, çözüm odaklı sorgulaması.
Zeynep, dili bir ruh olarak görüyordu. Mert ise dili bir sistem olarak anlamaya çalışıyordu.
Ama fark ettiler ki; dil de, hayat da ikisine birden ihtiyaç duyuyor:
Duygu olmadan anlam, mantık olmadan düzen olmazdı.
Zeynep şöyle dedi:
“Sen dilin içindeki matematiği çözüyorsun Mert. Ama o matematiğin ardındaki insan hikâyesini de unutmamalısın.”
Mert gülümsedi: “Belki de ünsüz yumuşaması kuralı bile, insanın sertlik ve yumuşaklık dengesini anlatıyordur.”
[color=]Hayatın kendisi bir dil bilgisi kuralı değil midir?[/color]
Zeynep dersten sonra sınıfa dönüp tahta silgisine baktı.
“Sanat, hayat, şefkat…” diye mırıldandı.
Hepsi farklı anlamlarda, ama aynı direnci taşıyordu.
Bir kadının sabrını, bir erkeğin inatçılığını, bir çocuğun hayalini…
Dildeki bu küçük sertlikler, aslında yaşamın gerçekliğini hatırlatıyordu.
Bazı duygular da, bazı kelimeler gibi, kolay yumuşamazdı.
Ama bu, kötü bir şey değildi. Çünkü direnç, bazen karakterdir.
[color=]Ünsüz yumuşamasına aykırı sözcüklerin listesi — ama bir hikâyeyle birlikte[/color]
Zeynep tahtaya bir tablo çizdi.
“Bunlar kurala uymayanlar,” dedi.
Ve tek tek yazdı:
- sanat – sanatı
- hayat – hayatı
- şefkat – şefkati
- himmet – himmeti
- zıraat – zıraatı
- metot – metodu
- diyet – diyeti
- saat – saati
- cemaat – cemaati
- devlet – devleti
- millet – milleti
- niyet – niyeti
Sonra sınıfa döndü:
“Bu kelimeler, yumuşamayan ama anlamı derin kelimeler. Aynı zamanda kültürümüzün taşıyıcıları. Arapça’dan, Farsça’dan, Latince’den gelmişler; bizle birlikte yaşamışlar. Yani ‘yumuşamamak’ bir kusur değil, bir mirastır.”
[color=]Mert’in fark edişi: İnsan da bir kelimedir[/color]
O gün Mert eve döndüğünde babasına ilk kez bir mektup yazdı.
“Biliyorum baba,” dedi, “aramızda bazen sert ünsüzler var. Ama ben artık öğrendim, bazı sertlikler kökten gelir; onları değiştirmek değil, anlamak gerekir.”
Babası o mektubu okuduğunda sessizce ağladı. Çünkü ilk kez oğlunun sesini duymuştu.
Mert, bir dilbilgisi kuralından yola çıkarak, ilişkideki direnci anlamıştı.
Yumuşamak bazen teslimiyet değil, dengeydi.
[color=]Forumdaşlara çağrı: Siz hangi kelimesiniz?[/color]
Şimdi dönüp size sormak istiyorum:
– Sizin hayatınızda “yumuşamayan” hangi kelimeler var?
– Hangi anılar, hangi insanlar sert bitiyor ama anlamı derin?
– Sizce yumuşamak mı, kökünü korumak mı daha değerli?
– Dilin istisnaları bize ne anlatıyor?
Belki de dilin en güzel yanı budur: Kurallarla başlar, duygularla yaşar.
Ve bazen bir “t” harfi bile, bir insanın kalbini anlatır.
[color=]Son söz: Dil, insandır[/color]
Ünsüz yumuşamasına aykırı sözcükler sadece bir dilbilgisi konusu değil; yaşamın içindeki dirençlerin, kimliklerin, köklerin hikâyesidir.
Kadın duyarlılığıyla empati kurduğumuzda, erkek mantığıyla çözüm aradığımızda; kelimeler bile daha anlamlı olur.
Belki de mesele, yumuşamakta değil — anlamı korumakta.
Ve belki, hepimiz kendi hayatımızın birer “sanat”ıyız:
Yumuşamayan ama içinde derin bir şefkat taşıyan kelimeler.